18 Kasım 2015 Çarşamba

GİRİŞ

Polisiye kurgu kısa öykü türündeki bu yazımda yer alan kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur.

iyi okumalar dilerim...


1. BÖLÜM



Anjiyokatın takılı olduğu kolunda oluşan morluğun acısıyla uyandığında şafak sökmek üzereydi. Nerede olduğu ya da kim olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Ne zamandır uyuduğunu ya da baygın olduğunu bilmediği yatakta, bu zaman zarfında uyuşan kaslarının az sonra karıncalanacağını ve hareket etmesine izin vermeyeceğini fark ederek yavaş yavaş kalkmaya yeltendi. Ancak bir anda gözleri karararak tekrar uykuya, baygınlık haline teslim oldu.

Tekrar uyandığında havanın yine karanlık olması çok da fazla baygın kalmadığını düşündürdü. Oysa güneş batmak üzereydi ve ilk uyanışının üzerinden neredeyse 14 saat geçmişti. Bu kez kalkmayı denemedi, başını hareket ettirmeden gözlerini çevirebildiği kadar döndürerek anjiyokatın bağlı olduğu hortumu takip etti. Hortumun ucunda birbirine seri olarak bağlanmış 12 serum şişesi saydı. 11 şişenin boşalmış olduğunu sonuncusunun ise neredeyse yarısına geldiğini gördü. Serumları kim dizdi ise onun hayatta kalmasını önemsiyor olmalıydı. Tavandan başlayan her şişe bir diğerinden daha aşağıya bağlanmak suretiyle en üsttekinden en alttakine doğru bitmesi planlanmış olmalı diye geçirdi aklından. Ve aynı anda vücudu ne kadar pelte halde ise zihninin ise bunun tam aksine çok açık olduğunu fark etti. Ama hala hiç bir şey hatırlamıyordu. En üstteki serum şişesine saplanmış şırıngayı ve sonrasında birer şişe atlanarak her iki şişede bir saplı şırınga ile dozu önceden ayarlanmış bir sıvının vücuduna serum ile birlikte gönderildiğini görünce ürktü. Organ mafyasının eline düşmüş olabileceği fikrine kapılıp panikle elini böbreklerinin olması gereken alt sırt bölgesinde dolaştırdı. Vücudunda dikiş izi ya da benzer bir cerrahi müdahale olmadığını fark ederek derin bir nefes aldı. Başını yavaşça sağa ve sola çevirdi. Orta halli bir yatak odasında olduğunu, bir yatak ve bir şifonyerden başka bir eşyanın bulunmadığını görebildi. Perdeler sıkıca kapanmıştı ama çok kalın olmadığından içeri ışık geçiriyordu. Güneşin doğuş ve batışının farkında olmak beden biyolojik saatinin bozulmasına engel olmuş olmalıydı. Yavaşça bacaklarını hareket ettirirken hafif bir acıyla cinsel organına bağlı birşeyin olduğunu hissetti. Bunun bir sonda olduğuna emindi, fakat bu kadar çok medikal bilgiye nasıl sahip olabildiğini anlayamıyordu. “Acaba bir doktor muyum?” diye konuştu kendi kendiyle. Sesi bile kendine yabancı geliyordu.

Sondayı ve anjiyokatı çıkarıp yatakta doğrulması yaklaşık bir saatini almıştı. Midesi bulanıyor, başı çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Yatakta oturma pozisyonuna geçtiğinde şifonyerin üzerinde, uzun süreli nekahat dönemi sonrası düşen kan şekeri için kesinlikle ihtiyacı olacağını önceden kestiren biri tarafından bırakılmış olduğunu düşündüğü çikolatalı keki ve bir kutu ağrı kesiciyi gördü. Kekin kan şekerini hızla yükseltmesi için bilinçli olarak seçildiği belliydi. Bunu her kim düşünmüş ise başının da şiddetle ağrıyacağını önceden kestirmiş olmalıydı. Midesi kabul etmese de zorlayarak keki yedi ve yaklaşık yarım litre su içti. Bir süre hayatı boyunca nefret ettiği bu hazır gıdanın kanına karışmasını bekledi ve hemen ardından yoksunluk çeken müptela gibi elleri titreyerek iki ağrı kesiciyi mideye indirdi. Tekrar uzanıp ağrı kesicinin işini yapmasını beklemeye başladı.

Yarım saat boyunca tavandaki şekillerden nesneler üretmeye çalıştı. Düşüncelerini dağıtarak baş ağrısını unutmak istiyordu. Neyseki ağrı kesici işinin ehliydi. Baş ağrısının hafiflemesi yarım saati bulmamıştı.

Tekrar yatakta doğruldu. Etrafını kolaçan ederken görüşünün netleştiğini anladığı o anda duvarda ispirtolu kalemle yazılmış yazının şokunu yaşıyordu.

“asla geriye dönme !!! “

“Allah kahretsin” dedi hafifçe bağırarak. “Beni buraya kim tıktı, bana bunları kim yaptıysa Allah onu kahretsin”. Sinirlenecek kadar enerji toplamıştı ancak bu sinirinin ona pahalıya patlayabileceğini fark edip susması biraz zaman aldı. Diğer odada her kim var ise uyandığını anlamış olmalıydı. Hemen önlem aldı. Odada elle tutulabilir ve kendini savunmak için kullanılabilir en büyük şey az önce yarısını içmiş olduğu cam su şişesiydi. Gerekirse duvarda onu parçalayıp bir bıçak gibi kullanabileceğini akıl ederek şişeyi kavradı. Usul adımlarla odanın kapısına doğru yöneldi. Kapının kolunu tuttuğunda kilitli olduğundan neredeyse emindi. Ama kapının açıldığını şaşkınlık içinde gördü. Belki de sürekli bir nöbetçi evin içinde uyanmasını bekliyordu. Uyandığını duymamış ise farketmemeleri için ışığı yakmaktan vaz geçti. Zaten gözleri loş ışığa çoktan alışmıştı. Elindeki şişeyi kırma fikrini de erteledi. Düşmanı tespit etmeden önce, ses çıkarmamak daha akıllıcaydı. Kapıyı araladı ve hole büyük bir sessizlik içinde girdi. Kısa bir hol dış kapıya ve dış kapının hemen yanında yer alan kapısı kapalı bir diğer odaya açılıyordu. Holün, kendi bulunduğu tarafında bir banyo bulunmaktaydı. Eğer bu oda kapısı başka bir hole açılmıyor ise ev açık mutfaklı 1 oda bir salon küçük bir ev olmalıydı. Ülkede son on yılda türemiş site tipi çirkin yapılaşmanın en karlı yatırımı olarak görülen küçük evlerden birindeydi.

Önce, hızlıca banyoyu kontrol etmeli diye düşündü, arkasından gelecek bir tehdidi bertaraf edebilmeliydi. Hafif aralık olan banyo kapısından usulca içeriye süzüldü ve dinledi. Ses gelmiyordu. Ayna da belli belirsiz sulietini görünce irkildi. O an merakı tüm korkularının ve endişelerinin önüne geçmişti. Bir adım geri giderek lambayı yaktı. Ve yaklaşık 2 dakika boyunca aynada gördüğü yüzü inceledi. “Allah kahretsin ! kimim ben?”

Ayna da yansıyan yüzü daha önce hiç görmediğine yemin edebilirdi. Ne gözleri, ne burnu, ne mimikleri hiç biri tanıdık değildi. Sanki yeni bir beden içinde uyanmış gibi hissediyordu kendini.

Elindeki şişeyi yavaşça yere bıraktı. Yüzüne, burnuna, saçlarına dokunmaya başladı. Hiçbiri tanıdık değildi tanıdık olmamasına da, görmesi gereken yüz nasıl birşeydi bunu da bilmiyordu. Ama bu gördüğünün olmaması gerektiğine nerdeyse emindi. Gözlerinin etrafında, elmacık kemiklerinde ve çene kısmında belli belirsiz morluklar vardı. “Sıkı bir dayak yemiş olmalıyım” diye fısıldadı. Belki de sorgu sırasında kafasına aldığı bir darbe sonucu hafızasını yitirmiş, adli kayıtlara yansımaması için tedavi edilmek üzere buraya getirilmişti. “Evet kesinlikle böyle” diye sesli düşündü. Uyandığından bu yana konuşma isteği duyduğunu hissetti. Oysa içerideki ya da dış kapı önündeki adam ya da adamların uyandığını bilmemeleri gerekiyordu. “sessiz ol be adam !” dedi kendi bile duymayacağı şekilde. Motive olmalı, tüm dikkatini toplamalıydı. Buradan canlı çıkmanın tek yolunun bu olduğunu düşünüyordu. Beni yaşatmaya çabalamış olsalar bile, bunun mutlaka bir amacı vardır ve işleri bittiğinde benden kurtulmak isteyeceklerdir diye geçirdi içinden. Bütün soruların cevabını bulmadan ölememeliydi.

Holde yavaşça ilerleyerek kapalı kapının ardında ne olduğunu görmeyi istedi. Başına gelenlerin intikamını alma hırsıyla elindeki şişeyi sıktı. Dış kapının hemen karşısında bir gömme dolap olduğunu gördü. Ancak içinde ne olduğuna bakmak için doğru zaman değildi. Kapalı oda kapısının önünde usulca içeriyi dinledi. buzdolabı moturu sesine benzeyen mekanik ses dışında bir ses olmadığına emin oldu. Sanırım tamamen boş ya da içerdeki adam gerçekten sessiz olmayı biliyor diye düşündü. Sonra birden dış kapıya yöneldi. Kapı gözünden dışarıyı kolaçan etti. Onu dış kapıya yönlendiren şey kapının dışından gelen sesti. Karşı kapıda bir kadın 3-4 yaşlarındaki çocuğu ile eve girmeye hazırlanıyordu. Normal bir apartman dairesinde olduğu ve kapının önünde bekleyen bir nöbetçinin bulunmadığına emin olarak aklında kalan son iki ihtimali gözden geçirdi. Birincisi kapalı kapı ardındaki odada olması muhtemel kişi ya da apartman dış kapısı önünde arabada bekleyen bir nöbetçi.

Az önce dinlediği kapıyı hızla açıp içeri girmek ile yavaşça ve sessizce girmek arasında kararsız kaldığı yaklaşık 30 saniyenin ardından usulca kapıyı açarak odaya daldı. Burası evin salonuydu ve salonun 2 duvarına yaslanmış bir köşe koltuk takımı, bir orta sehpa, tv ünitesi üzerinde 32inc boyutlarında bir televizyon, mutfak tarafında mini bir buzdolabı ve tezgahın üzerinde marketten yapılmış alışverişe ait torbalar dışında olağanüstü hiç bir şeyin bulunmadığını gördü. Gündelik olarak kullanılmayan, çok az eşya ile donatılmış ve bu tarz işler için kullanıldığına emin olduğu bir evde bulunduğuna kanaat ederek mutfak lavabosuna doğru yaklaşıp yakın zamanda kullanılmış kirli tabak, bardak gibi bir şeyler olup olmadığını kontrol etti. Lavabo boş, buzdolabında ise hazır gıdalar ve içecekler dışında hiçbir şey yoktu.
“saçma” dedi kendini de korkutan bir ses tonuyla. “Bu bir düzmece, Birileri benim bu evde yaşadığım yalanına inanmam için elinden geleni yapmış ama tam bir saçmalık.”

Pencereden baktığında, kapalı bir site içinde olduğu için kapıda bekleyen bir arabanın bulunmadığına kanaat ettikten sonra koşar adımlarla holdeki gömme dolaba gitti. Tek başına olduğuna ikna olduğu evde artık sessiz olmanın manasız olduğunu düşünerek sürgü kapağını sinirle, çarparcasına açtı. Umutsuz gözlerle dolabın içini inceliyordu. 3-5 gömlek, 2 takım elbise, bir spor ceket orta boy bir valiz, 2 çift ayakkabı ile karşılaşınca dolabın diğer kapısını açmak için elini uzattı. Bir şey bulamayacağından emin olsa da merakı kalp atışlarını yükseltmeye yetiyordu. Dolap kapağı tamamen açıldığında “bingo” dedi kurnazca gülümseyerek.

2. BÖLÜM


Walther marka 9 mm tam otomatik silah, ağzı açık bir zarf içine konulmuş pasaport ve kimlik, başka bir zarf içinde 50 bin TL nakit para ve bir banka kasası anahtarı, son olarak ağzı yapıştırılmış bir diğer zarfın içinde kendisine ithafen yazılmış olduğunu düşündüğü bir mektup. Bütün buldukları bunlardı ancak bu envanterden kafasındaki sorularının büyük bölümüne ilişkin cevaplar bulacağına inanmak istiyordu. Silah, bele takılan cinste bir kılıfın içine yerleştirilmiş ve şarjörü tam olarak doldurulmuştu. Pasaport ve kimliği incelemeyi ertelemiş, içinde mektup olduğunu düşündüğü zarfı bir harfinin zarar görmemesine özen göstererek açmıştı.

“asla geriye dönme, yeni bir hayat kur kendine, sorma, soruşturma, yalnızca yaşa. Hep evlenmek ve çocuk sahibi olmak isterdin. Bunun için yeterli zamanın ve kiralık banka kasasında hiç çalışmadan yaşamanı sürdürmeye yetecek miktarda paran var. Bugünün, yeniden doğduğun ‘doğum günün’ olduğunu farzet. Çok ta yalan sayılmaz. Bugün yeniden başla hayata bir ev, bir araba al. Şuan içinde bulunduğun evin 1 yıllık kirası peşin ödendi ancak yeni bir ev alınca anahtarı kapıcıya teslim et ve kişisel eşyalarını alarak burayı terket, silahı her zaman ulaşabileceğin ama göz önünde olmayan bir yerde tut (kim bilir belki ihtiyacın olur). Kendine bir hikaye uydur. Geçmişine dair hiç kimseyle konuşma. Muhtemelen bir şey hatırlamadığın için bu senin için çok ta zor olmayacak. Hep ege bölgesinde İzmir de ya da Aydın da yaşamak isterdim. Şehir değiştirmek yeni bir başlangıç yapmak için iyi bir fikir olabilir. Ve unutmadan kızım olursa ona Hazal adını ver. Eski yaşamından yeni yaşamıma bol şanslar diliyorum. Ardına bakma, dünü düşünme, bugünü ve yarını yaşa, mutlu ve huzurlu ol…

Sevgiler

11.06.2014


El yazısı ile yazılmış notu koltuğun üzerine bırakıp hızla mutfağa geçip, mutfak dolaplarını karıştırmaya başladı. Çekmeceleri açıp kapıyor bir şey arıyordu. Aradığını buzdolabının üzerinde buldu.

Buzdolabına mıknatıs ile tutturulmuş not defteri ve kağıdı alarak koltuğa geri döndü. Ve okuduğu ilk cümleyi aynen yazmaya başladı.

“kahretsin” dedi, bir kriminal inceleme yapılmalıydı ancak çıplak gözle bile yazının kendi el yazısı olduğu açıkça görülüyordu.

Kimlik ve pasaportun bulunduğu zarfı aldı eline, en azından az sonra kendi adımı soy adımı öğrenebileceğim diye düşündü. Zarfı açıp önce kimliğe baktı, isim hanesinde “Hasan Kaya” yazıyordu, doğum yeri İstanbul, Doğum tarihi 03 Şubat 1969. Kimliğin tersini çevirdiğinde Nüfusa kayıtlı olduğu yer Beşiktaş, Hisarönü Mahallesi yazdığını gördü ve “Doğma büyüme İstanbulluymuşum !demek “ diye fısıldadı burnundan nefes verirken acı acı gülümseyerek. Gerçek olmadığına emin olduğu kimliği elinden fırlatıp attı. Sonra birden bir şey geldi aklına ve kimliği attığı yerden tekrar eline alıp veriliş tarihine bakmayı akıl etti: 04/06/2014, Veriliş nedeni: Yenileme.

“hah !” dedi “kesinlikle sahte”.

Kendi kendine yazmış olduğu mektupta atılan tarihten nerdeyse bir hafta önce yeni bir kimlik çıkarma fikri çok inandırıcı gelmemişti. “yeni hayat için yeni kimlik he…ne ilginç tesadüf !”

Hemen zarfın içinden pasaportu çıkarıp, veriliş tarihine baktı. Ama bu sefer emin olamayarak kafası daha da karıştı. Pasaportun veriliş tarihi 02 Kasım 2013 ‘tü. Ve pasaportta yazan tüm bilgiler kimlik ile aynıydı. Sahte kimlik fikri çürümeye başlamıştı.

“siktir” diyerek fırlattı pasaportu. Çok küfür eden bi adam mıydı ? bilmiyordu ama küfretmek gelmişti içinden. Elinde bir tek sahte kimlik ipucu var iken, pasaportun veriliş tarihi kısa bir sürede çürütmüştü bunu.

Dolaba doğru gitti, kapağını açtı ve içecek bir şeyler baktı. Ne sevdiğini bile bilmiyordu. Eli, % 100 elmadan üretildiği iddiasında bulunan meyve suyuna uzandı. Cinle güzel gider diye geçirdi içinden. Sonra alkol içen birimiydim acaba düşüncesiyle kıkırdadı.

“Ne boktan bi durum. İçki içen biri miyim? Yoksa dindar biri mi? Sağ görüşlü ya da bir sosyal demokrat? Takım tutar mıydım? Araba al demişim ya kendime acaba araba kullanmayı biliyor muyum, bir ehliyetim var mı? “

Meyve suyu kutusunu kaldırdı ve kutunun üstünde yazanları okumaya başladı. Ne arıyorum acaba diye düşünürken son kullanma tarihi ve üretim tarihi yazan bölümleri okudu. Eğer 2014 yılında isek daha varmış diye geçirdi aklından. Sonra birden elindekini tezgah üzerine bırakarak uçan adımlarla sehpa üzerine fırlatmış olduğu pasaportu aldı eline.

3. BÖLÜM

            Pasaportun en son sayfasından başlayarak giriş ve çıkış yaptığı ülkelerin kaydını arıyordu. Ama ne yazık ki sadece iki kaşe gördü. Çıkış United States of America Çıkış tarihi 03 haziran 2014. Giriş Türkiye Cumhuriyeti, giriş tarihi 04 Haziran 2014.
            Mektubu yazmış ya da imzalamış olduğu tarihten sadece 8 gün önce ve sadece Amerikadan çıkış-Türkiyeye Giriş yapmıştı. Ve amerikaya giriş tarihi yoktu. En azından bu pasaport üzerinde böyle yazıyordu.
           
            Son iki saat içinde yaşadıkları, öğrendikleri aslında daha doğrusu öğrenemedikleri zihnini ve bedenini fena halde yormuştu. Önünde durduğu tekel büfesinden ufak şişe cin alırken “içermiyim içmezmiyim bilmiyorum? İçmiyorsam da az sonra başlayabilirim” diye gülümseyerek konuştu büfenin camına akseden yüzüyle.
            “bana mı dedin abi” büfeci içkiyi poşetlerken ne dediğini anlamamıştı. “Yok” dedi hasan “sana demedim, öyle sesli düşünüyordum
            “sesli mi düşünüyordun? Abi biz sessiz bile düşünemiyoruz?” diye kıkırdadı büfeci.
Muhabbeti uzatmak istiyordu Hasan ama ne konuşacağını bile bilmiyordu “bugün günlerden ne?” diyebildi. “Pazar” dedi büfeci. “Tabi ya” dedi Hasan. Önünde duran gazeteleri görmemiş olmalıydı. Hemen rastgele birini seçti. Günlerden Pazar, Aylardan hazirandı. Ve Haziranın 16. günü.

              Aslında büfeciyle muhabbete hazır başlamışken nerede olduğunu sorması da gerekirdi ama alay konusu olmak ve dahası dikkat çekmek istememişti. 

                Eve döndüğünde buzdolabıdan yiyecek bir şeyler çıkardı. Alkol öncesinde midesine birş eylerin girmesinin iyi olacağını düşünüyordu. birkaç lokma atıştırdıktan sonra köşe koltuğun en ucuna oturarak elindeki üçte biri cin üçte ikisi elma suyundan oluşan içkisini yudumlamaya başladı. Sehpanın üzerinde duran not defterini alarak uyandığından bu yana edindiği tüm bilgileri gözden geçirmek için alt alta yazmaya başladı.
3 Haziran da Amerikadan çıkış yapıyorum, 4 haziran günü ülkeye giriyorum. Tarih farkına bakılırsa uçağa en erken öğleden sonra binmiş olmalıyım. Sonra aynı gün kimliğimi yeniliyorum. Duruma bakılırsa jetlag den çok etkilenmemişe benziyorum. Bundan 7 gün sonrasına yani 11 haziran gününe imza atmış olduğum mektubu yazıyorum ve bundan da 5 gün sonra yani 16 haziranda bomboş bir beyin ile nerde olduğumu bilmediğim bir şekilde uyanıyorum.
“Çok güzel ya !” derken kahkaha attı. “ne çok şey biliyorum”

                İçki dolu bardağından son yudumu aldı. Ayaklarını orta sehpaya uzatıp kafasını geriye yasladı. Gözleri ağırlaşmaya başlamıştı. sanırım alkol kana karışmaya başladı diye geçirdi içinden. Ayağa kalktığında hafifçe sendelediğini hissetti. “demek çok içen biri değilim” dedi hafifçe gülümseyerek. Holdeki dolaptan silahı aldı, mekanizmayı kurdu ve emniyetini kapattı. 5 gündür yattığını düşündüğü odaya geçti. Böyle boş boş düşünerek sabahlamanın bi anlamı olmayacağına kanaat ederek uyumayı planladı. Yatağın alt tarafında bir ıslaklık hissetti. Eliyle karanlıkta yoklayınca anjiyokatın ucundan  çıkardığı hortumu buraya atmış olduğunu, ancak serumu kapatmadığını anladı. “bir bu eksikti” diye sitem etti kaderine. Kalkıp ışığı açtı ve tam serumu kapatacakken gözü şişelerin üzerinde kalemle çizilmiş zaman skalasına takıldı. 

4. BÖLÜM

                “Demek yaklaşık 5 gündür serum alıyorum” dedi kendi kendine. Serum şişelerinin üzerine günler işaretlenmişti. Bunun ne önemi vardı bilmiyordu ama mektupta yazan tarih ile uykuda geçirdiği zaman içerisinde vücuduna bağlı olan serumların bitiş süreleri tutarlı görünüyordu.
 Çarşafın ıslanan kısmını kıvırıp, uykunun bir an önce kendini teslim almasını beklemeye başladı. Aynı şeyleri düşünüp durmak canını fena halde sıkıyordu.
Sabah ezanının sesiyle açtı gözlerini. İçinin bir anda, tuhaf şekilde huzurlu olduğunu hissetti. Anlam veremediği bu duruma aldırmayarak dünkü sinirli ruh haline hızlı bir geçiş yaptı. Tekrar gözlerini kapadı. Yeniden uyandığında saat 9 a geliyordu. “bir plan yapmalıyım” dedi kendi kendine. Bir duş alıp, evden çıkmayı, etrafta amaçsızsa bir süre dolaşıp kendini tanıyan birine rastlamayı umut ediyordu.
Apartman kapısından çıktığında taze biçilmiş çimen kokusu doldu burnuna. Yönetim iyi çalışıyor diye geçirdi içinden. Sitenin çıkışına doğru yöneldi. Kapıdaki güvenlik görevlisi ile kısa bir sohbet etti. Şansına adam 3 gün önce bu sitede görev başlamıştı ama gece vardiyasına gelecek arkadaşının daha eski olduğunu söylemişti. Akşam sekiz de görevi teslim alacaktı gece vardiyasındaki güvenlik görevlisi. Bu tarz sitelerin güvenliği, özel güvenlik şirketlerince sağlanıyordu ve bu nedenle personel sürekli değişiyor demişti güvenlik görevlisi. Sitenin tam ortasında yer alan havuzların etrafında bir tur attı. Havuz kenarındaki kafede bir kahve içti. Bir sürü yüz görmüştü. Ancak hiçbiri ona tanıyan gözlerle bakmamıştı. Kimisi soğuk bir selam vermiş, kimisi kafasıyla hafifçe selamlamış ya da görmezden gelmişti. Daha fazla vakit harcamanın anlamı yok diye içinden geçirirken masaya 20 lira bırakıp para üstünü beklemeden kalktı. Hangi şehrin hangi semtinde olduğunu bile bilmiyordu. Birilerine sormayı planladı ama bu durumu nasıl açıklayacağını bilemediğinden vaz geçti. Kafası bu sorularla dolu dalgın bir şekilde yürürken yaşından beklenmeyen bir yetişkinlikle günaydın diyen 3-4 yaşlarındaki çocuğun selamıyla irkildi. Önceki gün kapı deliğinden gördüğü kadının yanındaki çocuk olmalı bu diye düşündü sevinç içinde.
“Günaydın delikanlı nasılsın”
“günaydın hasan bey ben iyiyim siz nasılsınız”
Çocukların yetişkin gibi davranmaları hep iğreti gelmişti Hasan’a ama şimdi bunu dert edecek zaman değildi.
                “ben de iyiyim, neler yapıyorsun” diyerek sözü yine ona bıraktı. Kendi ile ilgili bir şeyler duyabilme ihtimali heyecanlandırmıştı.
                “aslında size kızgınım, Beşiktaş Dem ba ‘yı transfer ediyor demiştiniz 1 haftadır haberleri seyrediyorum kimse bundan bahsetmiyor babama da sordum o futbolla pek ilgilenmez ama gazetelerde böyle bir şey yazmıyor dedi”
                “bende biryerden duymuştum, sanırım beni de aldattılar” diye geçiştirmek istedi hasan, amacı konuyu başka yerlere çekebilmekti.
                “ee okula gitmedin mi bugün”
                “hasan bey ben daha 5 yaşındayım, okula bu sene başlıycam. Ama annemle babam hangi okula gönderecekleri konusunda hala tartışıyorlar. Annem beylikdüzündeki tabiat kolejine başlatalım diyor babamda bu sene işlerimiz çok iyi değil devlet okuluna başlasın seneye düşünürüz diye kestirip atıyor. Ama bana sorarsanız kolej daha iyi tabiki”
                “bu kolej buraya yakın mı nasıl gidip geleceksin” bu soruyu sorarken amacı tam olarak nerde olduğunu bulmaktı hasan’ın.
                “biraz uzakmış, esenyurttaki kolejleri de annem beğenmiyor yakın ama iyi değil diyor”
Taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Esenyurttaki onlarca siteden birindeyim dedi. Artık nerde olduğunu biliyordu.
                “biz seninle ne zaman tanıştık, hatırlıyor musun?” hasanın amacı mümkün olduğunca çok bilgi almaktı ufaklıktan.
                “bilmem hala günleri şaşıyorum annem okula başlayınca öğrenirsin dedi ama ben sizi ikinci kez görüyorum. Asansörde karşılaşmıştık, bana hangi takımlısın dediniz ya o işte ilk tanışmamızdı. sonra bi daha görmedim sizi.”
                Çocuğun zihnindeki hatıra bu kadar taze ise çok kısa bir zaman önce olmalı dedi içinden. Oğlanın saçlarını sevip “şimdi gitmeliyim, inşallah demba gelir kartala o zaman hasan amcam demişti dersin” 
“inşallah” diye içini çekti oğlan.
                Havanın kapatma ihtimaline karşı eve çıkıp ceketi almalıyım diye düşündü. Kapıyı açıp eve girerken “eee şimdi ne halt edeceksin Hasan” diye söyleniyordu kendi kendine.           

                Ceketi dolaptan aldığı esnada, alt rafta yer alan valiz dikkatini çekti. Fermuarını açtığında içinde iç çamaşırı ve birkaç spor kıyafet olduğunu gördü. Belki bu evde yaşıyordum ama kesinlikle kısa bir süre önce taşınmış olmalıyım dedi kendi kendine. Çünkü bu kadar az kıyafet ile ancak birkaç gün idare edilebilirdi. Fermuarı kapatıp valizi yerine yerleştirirken hava alanlarında bagaja yapıştırılan etiketin bir parçasının valiz üzerinde olduğunu fark etti. Çok küçük bir parçaydı ama kalan parçadaki baskı renklerinden ve yarım yamalak logodan bunun Türk Hava yollarına ait olduğunu anlamak mümkündü. “demek THY uçağı ile geldim” dedi yeni bir ip ucu yakalamanın heyecanıyla. 

5. BÖLÜM

Taksimetrede yazan tutarı öderken, taksicinin yüzündeki mutluluğu farketti. Güvenlik görevlisinin telefon ile istediği taksi birkaç dakikada site kapısında belirmişti. Öncesinde nereye gideceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Bir gsm bayiine uğrayıp yeni nesil bir akıllı telefon ile ön ödemeli hat almaya karar verdi. Taksici, Hasan’ı en yakındaki alışveriş merkezine götürmüş ve o gelene kadar otoparkta beklemişti. Tabi bu beklemenin maliyetini Hasan önceden ödemiş, bir 100 lirayı ortadan yırtarak gelene kadar beklemesini garanti altına almıştı. Taksici çok film seyrediyor bu adam diye aklından geçirmiş, ancak yarım parayı almamazlık ta etmemişti.  Hattın açılması 15 dakika kadar sürmüş, bu süreyi duble espresso içerek geçirmişti. Hasanın kendi hakkında emin olduğu çok az şey vardı ancak bunlardan biri kesinlikle kahve sevdiği idi. Hattı açılır açılmaz arama motorundan THY  bayilerini aratmıştı. Yüzlerce sonuç arasından ilk gözüne çarpan taksimdeki bayiydi. Kapalı garajda bekleyen taksiye binip taksime gidiyoruz komutunu verdiğinde mesafenin uzun oluşu taksi şöfürüne yevmiyeyi kurtardık sevinci yaşatmıştı. Yol boyunca taksicinin oy verdiği partiyi, bu partinin başlardaki gibi olmadığını, çok değiştiğini seneye yapılacak seçimde başka bir partiye oy vereceğini dinledi. Ama gözü hep yollardaydı. Bir yandan da yeni aldığı telefonu kurcalıyordu. Ön kamerasından kendi  fotoğrağını çekip, uzun uzun inceledi. Hala çok yabancı gelen bu yüze alışması zaman alacağa benziyordu. Yüzünden bir şey çıkmayacağına emin olunca ilgisini yeniden yola çevirdi. E5 ten mi çevre yolundan mı gidelim sorusuna nedense E5 cevabı vermişti. İkisi arasındaki farkı anımsamıyordu ama e5 in iyi bir tercih olduğunu düşünüyordu. Camdan izlediği yol kenarlarında tanıdık bir bina, tanıdık mekanlar arıyordu hafızasında bir anının canlanması umuduyla. Ancak küçük çekmecedeki e5 cepheli bir iki resturant dışında daha önce gördüğünü düşündüğü hiçbir binaya rastlamadı. Ki onlar hakkında da çok emin olamadı. Taksime giriş zor olmuştu, taksici buraların çok değiştiğini, yolları berbat ettiklerini her yerin şantiyeye çevrildiğini anlatıyordu THY acentesinin önüne park ederken. Hakikaten her yer beton yığını diye hak verdi Hasan, parayı verip hayırlı işler diledi.
Acentenin kapısından girerken ne soracağı konusunda pek bi fikri yoktu. Yol boyunca da bunu düşünmekten özellikle uzak tuttu kendini. Son anda karar vermenin daha iyi olacağını düşünüyordu ama bu fikrin Ortadoğu halklarına özel, tembel ötelemesi olduğunu da inkar etmiyordu. Kapıdan girdiğinde tüm bankoların dolu olduğunu gördü. Yalnızca en uzaktakinin önünde bir kişi vardı. İşte aynı tembellik diye geçirdi içinden. Hep en yakındakini tercih eder iki adım atmamak için 10 dakika fazla beklemeyi göze alırdı bu millet. Bankoya en yakın bekleme koltuğuna oturdu.
Cebinden telefonu tekrar çıkararak yeniden fotoğraftaki yüzünü inceleme başladı. Bir terslik olduğundan emindi. Ama neydi hiçbir fikri yoktu. Bankodaki müşteri çokta memnun olmayan ses tonu ve asık bir surat ile görevliye veda ederken Hasan hızlıca yerinden kalkıp hostes havası verilmiş satış görevlisinin karşısındaki sandalyeye oturmuştu. Söze nasıl başlayacağını bilemedi; “sizin de işiniz zor tabi” giriş için çok klişe bir cümle seçtiğinden haberi yoktu.
“herkezi memnun edemiyoruz, oysa defalarca söyleniyor promosyonlu biletlerde iade ve iptal işlemi yapılamayacağı, bunları tekrar tekrar anlatmaktan bıkıyor insan”
“Haklısınız, eğitimsizlik mi dikkatsizlik mi her nedense olaylara çok hakim olamıyoruz sanırım” Hasan karşındakine hak vererek iyi bir giriş yaptığını düşünüyordu.
“inanır mısınız başka bir havayolu şirketinden aldığı biletin tarihini değiştirmek için her gün 10 larca insan geliyor, dakikalarca boşu boşuna bekliyorlar sonra da ‘aaa burası THY mıydı?’ diyip utanç içinde kaçıyorlar”
Hafif bir tebessüme eşlik eden baş hareketi ile onayladı Hasan. “Tabela okumaktan bile aciziz”
Artık görevlide gülümsüyordu, iyi bir başlangıç diye geçirdi aklından, tam konuyu biraz daha uzatmaya niyetlenmişti ki satış temsilcisi “size nasıl yardımcı olabilirim” diyerek daha erken davrandı.  Hasan beklenmedik şekilde konuya girmesi gerektiğini farkedince küçük bir affalama dönemi geçirdi. “bilet iptali ya da değişimi için gelmedim” görevli mecburi bir gülümse attı artık konuya kesinlikle girmeliydi “ben küçük bir kaza geçirdim ve hafızamı kaybettim” satış temsilcisinin yüzü bir anda ciddileşti “çok üzüldüm, geçmiş olsun” hasan doğru yolda olduğunu anladı  “yakın zaman önce amerikadan türkiyeye THY uçağı ile yolculuk yaptığımı farkettim” Satış temsilcisinin yüzü ciddiyetten soru işaretine doğru kaydığını görünce “pasaportumdaki giriş çıkış kaşelerine bakınca gördüm bunu” iyi toparladım dedi içinden kısa bir bekleme anının kadının merakını arttıracağını ve daha fazla yardımcı olmasına neden olacağını ümit ediyordu.
“anlıyorum” dedi görevli, “sizden ricam bileti nerden aldığım, hangi havalimanından hangi uçuş ile ülkeye döndüğüm ve daha da önemlisi Türkiye’den amerikaya THY ile gitmiş olmalıyım, eğer bulabilirseniz hangi tarihte ülkeden çıkış yapmış olduğum konusunda bana bilgi verirseniz, İnanın benim için çok önemli”
Kadının yüzünden yardımcı olacağını kestirebilmişti, satış görevlisi önce gülümsedi ve tekrar geçmiş olsun dileklerini iletti ancak bu tür bilgiyi yalnızca ilgilisine verebileceklerini ifade ederek Hasan’dan kimlik belgesini istedi. İyi ki yanıma almışım diye geçirdi aklından. Çünkü bu kimliğin kendine ait olmadığına inanıyordu ve dahası bu kimliğin sahte olduğuna. İnşallah sahte olduğunu görevli farketmez diye içinden geçirirken kimliğini uzattı.
Klavye tuşlarından çıkan seslerdeki melodiyi dinleyip sakin kalmaya çalışıyordu.  “buldum sanırım” görevli yardımcı olabilmenin sevinciyle söylemişti bunu. Hasanın heyecanı iyice artıyordu.
“3 haziran günü Boston ‘dan Newyork aktarmalı olarak İstanbul yeşilköye uçmuşsunuz” Bu uçmak fiili hep garip gelmişti hasana. “peki bileti nerden ve ne zaman aldığım bilgisi mevcut mu?” bu sorunun cevabı gerçekten önemliydi. Görevli önce tereddüt etti “bu bilgiyi sizle paylaşmam için sanırım süpervizörümden onay almalıyım” görevli hızla kalktı ve arka taraftaki koridorda kayboldu. Hasan bir an bilgisayara doğru eğilip ekranda yazanları okumayı düşündü. Sonra daha öğrenmesi gerekenler olduğunu hatırlayıp bu riski almak istemedi. Görevli koridorun ucunda belirdiğinde “iyi tercih” dedi içinden.
                Görevli, aslında bu bilgileri paylaşmasının doğru olmadığını ancak Hasanın özel durumu nedeniyle bir kereye mahsus bu kuralı çiğneyebileceğini söylerken Hasan aman nede hayır sever bir hanımefendi diye alay etti içinden.       
“Bileti 3 ocak 2014 günü Bakırköy bayimizden almışsınız.”  Hasan vücudundaki tüm adrenalinin kana karıştığını hissetti. Bu çok önemli bir bilgiydi çünkü bilet Türkiye’den alınmış ise Türkiye’den Amerikaya gittiği kesinleşmiş olacaktı. “Bu, amerikadan 3 Hazirndaki yurda dönüş uçak biletim, eminsiniz değil mi?”
“emin olmasam söylemezdim inanın bana, bu bilgileri paylaşmam bile sakıncalı” görevlinin sesi tehditkar bir tınıya dönüşmüştü. Hasan durumu tekrar kendi lehine çevirmeliydi ancak ne söylemesi gerektiğini bir an kestiremedi. “Başka bir şey yoksa sıradaki müşterimiz ile ilgilenmeliyim” eyvah dedi Hasan ya şimdi söze girmeliydi ya da bu konuşma burda sonlanacaktı. “çok teşekkür ederim inanın bana bu benim için çok önemli, şule hanım sizi zor durumda bırakmak istemem” görevlinin boynunda asılı kimlikten çektiği kopyayı kullanarak ismiyle hitap etmenin yeniden yakınlaşma kurmak  için faydalı olacağını düşündü. Şimdi tam sırası dedi içinden ve “geçen hafta geçirdiğim trafik kazasında eşimi kaybettim” kısa bir süre duraklayarak görevlinin içindeki acıma duygusunun olgunlaşmasını bekledi. “inanın benim için verdiğiniz bu bilgiler çok önemli”
“üzgünüm, ama yapabileceğim” görevlinin savunmaya geçtiğini fark ederek sözünü yarım kesti “evi terkeden kızımızı bulmak için amerikaya gitmişim” eğer buna da inanırsa her soruma cevap verecek diye geçirdi içinden.
“bakın gitmişim diyorum çünkü hafızamı tamamen kaybettim Şule hanım”. Görevlinin gardı düşmüştü. “eminim türkiyeden amerikaya gidiş biletimi de dönüş ile birlikte almışımdır, sizden ricam bu bilgiyi teyit etmeniz”
Görevli etrafına bakınıp çalışma arkadaşlarının ya da süpervizörünün onu izleyip izlemediğini kontrol etti. Ve tekrar bilgisayar ekranından araştırma yapmaya başladı. 2 dakikalık bekleme süresi 2 yıl gibi gelmişti Hasan ‘a. Buradan alacağı bir bilgi önemli bir başlangıç olacaktı. Görevli yine etrafını kontrol etti ve sesini iyice alçaltarak “bakın Hasan bey gidiş biletiniz ile ilgili herhangi bir bilgiye ulaşamadım belki başka bir havayolu firmasından almışsınızdır”. Hasan kadının yüzündeki gerginlikten bir şeyler bildiğini farketti. “Şule hanım, belki hiç bir şey hatırlamıyorum ancak THY dan başka bir havayolu şirketine güvenmeyeceğimden nerdeyse eminim”
Görevli yarım saniye kadar düşündü, Hasan, kadının olasılıkları tahlil ettiğini eğer duyguları, mantığına galip gelirse ekranda yazılanları onunla paylaşacağını biliyordu. Başını  hafifçe yana eğip dudaklarını büktü. Gözü kadının dudaklarına kilitlenmişti. “pekala” dedi kadın belki işimden olucam ama neyse” işte geliyor diye geçirdi içinden. “dönüş biletinizin bedeli peşin olarak ödenmiş” sesi nerdeyse fısıltı halinde çıkıyordu ve Hasan iyice görevliye yanaşmıştı. “ancak” yine durdu kadın “ancak bişey farkettim size ait gidiş bileti yok ama aynı anda Ali Şimşek adına newyorka gidiş bileti alınmış ve iki biletin bedeli birlikte nakit olarak ödenmiş” Kalbi nerdeyse duracaktı fakat buna rağmen sorulması en mantıklı soruyu sordu “peki biletlerin ödemesini yapan kişi belli mi?”
Taksim gezi parkının merdivenlerini çıkarken, düşmanca duygular içine girdiğini hissetti. Burada kötü bir şeyler yaşamış olmalıydı. Ama bu duygularının kime karşı ya da neye karşı olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Serin bir ağaç gölgesi bulup altındaki banka oturdu. Burnundan derin nefesler alıp stresini ve kan basıncını azaltmaya çalışıyordu. “Ali Şimşek, kim bu adam?” Eğer Ali Şimşek ‘i bulursa bütün sorularının cevaplanabileceğini hayal etti. Akıllı telefonunu eline alıp, tırnak içinde Ali Şimşek yazdı. Yaklaşık 2 milyon sonuç döngüsü oluşmuştu. İlk çıkan facebook profilini tıkladı profil fotoğrafında 15 yaşlarında bir ergen saçlarını jöle ile havaya kaldırmış ve kollarını göğsünde birleştirmiş şekilde arzı endam ediyordu. 2. Linkteki porfil resminde adamın bebeği olduğuna kaanat ettiği kız çocuğu fotoğrafı, bir diğerinde Fenerbahçe logosu. “Samanlıkta iğne aramaktan bile zor” sesi karamsarlık yüklü bir şekilde çıkmıştı. Buradan bir sonuç alamayacağını anlayarak oturduğu banktan kalktı. Bilet paralarını ödeyenin kim olduğu belli değildi, zira görevli nakit ödemelerde ödeme kaydı tutulamadığını söylemişti. Elinde olan veriler Newyork, boston ve Ali ŞİMŞEK isminden ibaretti.
“kimsin sen, sen kimsin sen he kimsin” irkilerek arkasını döndüğünde saçları ve sakalları pislikten birbirine yapışmış elindeki şarap şişesiyle konuşan evsizi gördü.  “Ben kimim, sen kimsin, biz kimiz belki de sen bensin ben de sen” birden aklına Anna Freud geldi Hasan ‘ın. Ben ve savunma mekanizmaları. Evet okuduğu bir kitaptı bu. Bir akıl hastalığı olup olmadığını düşündü. Belki şizofren (çoklu kişilik bozukluğu) ya da border line.  Belki de Ali ŞİMŞEK benim diğer kişiliğim diye gülümsedi. Ve o anda fark etti “evet Ali ŞİMŞEK” ben olmalıyım. Ali ŞİMEK olarak Amerikaya gittim ve Hasan olarak geri döndüm” Sonra kendi tezine kendi çomak soktu “peki ama niye?”
Tekrar Şule isimli görevlinin karşısındaydı. Ona çok yardımcı olduğu için uçak biletini de ondan almanın kibarlık olacağını ve belki prim kazanmasını sağlayacağını düşündü. “henüz hasta iken bu yolculuk sizin için tehlikeli değil mi?” anaç bir tonda söylemişti Şule bunları. “doktorum geçmişime ait bir şeyler bulmam konusunda beni teşvik ediyor maalesef türkiye de hiçbir yakınıma ulaşılamadı”
“peki o zaman, ödeme nasıl olacak hasan bey” Şule hanım satış yapmanın keyfini sürüyordu çünkü Hasan 1. Sınıf bilet almak istemişti. “yine peşin” dedi hasan, “yine mi?”
Satış görevlisi Hasanın kafasının karışık olduğundan nerdeyse emindi “ 19 haziran Çarşamba günü saat 5:30 ‘da Atatürk Havalimanından Newyork yönüne 1. Sınıf uçak biletiniz bedeli 1850 TL kesiyorum onaylıyor musunuz”
“evet” dedi hasan. Amerikaya gidiyor olmak garip bir heyecan duygusu oluşturmuştu beyninde. 

6. BÖLÜM

Uçak biletini aldıktan sonra bir süre istiklal caddesinde dolaştı. Havanın güzel olduğu bir günde istiklal caddesinin boş olmasını beklemek saftilik olurdu diye geçirdi aklından. Yürümek için bir boşluk bulmak çok zordu. Her milletten ve her türlü yaşam formundan insan vardı sanki. Bütün dünyanın küçük bir örneklemi gibi dedi içinden gülümseyerek. Belki de bu renklilikti hayatı güzel kılan. Ama aynı zamanda tüm savaşların ve tüm katliamların nedeniydi de. Farklı din ve farklı ırktan olmak ve bu din ve ırkların bir diğerine yaşam hakkı tanımıyor olması.
Tramway ın kullakları iğneleyen zil sesiyle irkilerek rayların ortasından gittiğini farketti. O kadar kalabalıktı ki yürüdüğü yolda raylarının olduğunu fark etmemişti bile. Galatasaraya gelmeden hemen önce istiklal caddesinin tünele doğru istikametindeki sol tarafında ev yemekleri yapan büyük restuaranta girdi. Yemek kokularını alır almaz ne kadar acıktığını anladı midesinden gelen gurultuyla birlikte. Kendi yemeğini alarak oturduğun self servis tarzında bir resturaunt olduğunu görünce kendini yemekhane sırasında beklerken üniversite yıllarında olduğunu varsaydığı görüntü canlandı zihninde belli belirsiz. Yemek boyunca, yemakhane sırasında kendini gördüğü o görüntüyü tekrar zihninde canlandırmak için çok çabaladı. Sanki bir fotoğraf karesi gibiydi, siyah beyaz ve hareketsiz bir görüntü. Metal  bir tezgah arkasında beyaz önlükler içinde üç görevli yemek dağıtıyordu, sırada bekleyenler in üzerindeki kıyafet renklerini ayırt edemiyordu ya da herkes aynı renk giyinmişti.
Yemek sonrası istiklal caddesinin kalabalığı içinde yürümeye çabalarken kafein ihtiyacı yeniden nüksetti. Bu sefer espresso yerine filtre kahvesini paket olarak alıp tünele doğru yürümeyi yeğledi. Yerde bağdaş kurmuş gitar çalan gencin önündeki enstrüman kutusunun içine  para üstü olarak verilen bozuklukları bıraktı. Çocuğun yüzündeki gülümseme bir an olsun içini rahatlatmıştı. Taksime adını veren elektrik dağıtımının yapıldığı meydanda bir hareketliliğin olduğunu görenler o yöne doğru bakıp koşuşturmaya başlamışlardı. Birden Hasan da o yöne doğru hızlı adımlarla seyirtti. Polis müdahelesi olduğunu görünce şaşırmadı. Yine birşeylere kızmış genç bir grup istiklal caddesinde yürümek istemiş, polis buna müsaade vermemişti.
“pis herifler hergün ülkeyi karıştırmak için yeni bir bahane bulmakta zorlanmıyorlar” kendi kendine söylediği bu sözü duyunca irkildi. Nedense taraf olmuştu. Oysa eylemci gençlerin ne istediğini bilmiyordu bile. Sadece kızmıştı, nedensiz, bilmeden. Kamplaşma böyle birşeydi. Taraflar birbirini dinlemeye bile tenezzül etmez, Sadece düşmanlık duyardı. Her kesimin bir diğerine düşman olmak için haklı gerekçeleri her daim hazırdı sanki. Polis göz altılara başlamıştı, onlarca polis 3-5 genci yerde sürükleyerek götürüyor iken istemesine rağmen bu gençlere acıyamadı. 
                Yolculuğa çıkmadan önceki 2 gün boyunca İstanbul içinde dolaşıp durdu. Birinci gün Kadıköy bostancı Üsküdar, ertesi gün Bakırköy Yeşilköy Florya. Denize yakın olmak ve iyot kokusu solumak rahatlatıcı bir etkiye sahipti. Vakit öldürdüğü yerleri bu nedenle seçmiş olmalıydı. Yola çıkmadan önceki öğleden sonra, ülkede tamamı yerli sermayeli son özel bankanın Bakırköy deki şubesine gitti. Elindeki banka kasa anahtarının buraya ait olduğu yazıyordu. Görevli ile birlikte kasaların bulunduğu bölüme indiler ve kasayı çıkararak görevli Hasan ‘ı yalnız bıraktı. İlk gün dolabı açarken yaşadığı heyecanı yaşamıyordu ama yine de merak heyecanını tetiklemişti. Kapağı kaldırdığında Kasa da yalnızca para olduğunu gördü. Her birinin üzerinde 100 bin dolar yazılı bantlara sarılmış tam 10 adet deste. 1 milyon dolar diye geçirdi içinden. Bu para neyin nesiydi ya da neyin karşılığında ona verilmişti. Bu büyüklükte bir miktarın helal para olmayacağına emindi ama şuan bunu düşünecek  zaman değildi. Amerika’da ihtiyaç duyacağı birer desteyi ceketin sağ ve sol iç ceplerine yerleştirdi.
X-ray den geçerken amerikada silaha ihtiyaç duyup duymayacağını merak etmişti ama ihtiyacı olacaksa bile havalimanındaki güvenlikten silahla geçmenin mümkün olmayacağını düşündüğü için zaten yanına alamamıştı.
Bir saat sonra havalanması planlanan uçağa binmek için vip bekleme salonunun deri koltuklarında günlük gazetelere göz atıyordu. Gazeteler tek bir elden çıkmışçasına manşetler atmıştı. Ülke gündemi hayli gergin diye geçirdi içinden. Oysa bekleme salonundakiler içki, kahve yudumluyor keyifle sohbet ediyorlardı ve içlerinden en az bir ikisi bürokrat veya milletvekili olmalıydı. Vip bekleme salonlarında yüksek mevkiden birileri her daim görülürdü. Bu adamlar bu ülkede yaşamıyor olmalı dedi sırıtırak.
“afedersiniz anlayamadım” az önceki kelimeler sesli olarak dökülmüştü Hasan ın dudaklarından. Birbirine sırtı dönük koltukların ters tarafında bulunan genç ve güzel kadın Hasan ‘ın kendiyle konuşmaya çalıştığını sanmıştı. “özür dilerim kendi kendime konuşuyordum”
“önemli değil” dedi genç kadın. “madem okumanızı böldüm, size bir şey sormama izin verir misiniz?” Hasan konuşmaya susamıştı. Kimle ya da ne konuştuğunun hiç önemi yoktu. Çünkü sessiz kaldığı dönemlerde beyni sürekli içinde bulunduğu durumla ilgili senaryolar üretiyordu. Ve ondan kurtulmanın en güzel yanı biriyle ya da kimseyi bulamazsa kendi kendiyle konuşmaktı.
“uzun süredir ülke dışındaydım. İşlerimin yoğunluğu nedeniyle de ülke gündemini pek takip edemedim, şimdi gazetelere bakıyorum da ülkede büyük bir siyasi ve toplumsal kaos var gibi”
Genç kadın gülümsedi “sanırım uzun bir süredir uzaklardasınız” hasan gülümseyerek onayladı.
“ülkede siyaset temelli bir sosyal bir ayrışma oluştu, iktidar partisi taraftarları ile siyasi görüşleri ne olursa olsun ona karşı olanlar siyaseten cepheleştiler. Hergün yeni bir gündem ile uyanıyor türkiye, işin ilginç tarafı farklı siyasi düşüncede olanlar, yani geçmişte birbirlerine muhalif olanlar şimdi iktidar partisine karşı bir araya gelmiş gibiler” hasan aç bir kurt misali hazmetmeye çalışıyordu duyduklarını. Genç kızın bir anlık sessizliğinden yararlanarak “sanırım gazeteler pek ayrışmamış, hepsi aynı tarafta görünüyor” sehpanın üzerindeki gazeteleri gösteriyordu hasan.
Genç kız yine güldü “maalesef kamplaşmanın oluşmasında bu da önemli bir sorun, burada gördüğünüz gazeteler iktidara yakın gazeteler ve özellikle seçilip konuluyor, muhalif basın buralara giremiyor”
“nasıl yani” dedi hasan şaşırarak “burası Türk hava yollarının işlettiği bir bekleme salonu iktidarla ne ilgisi olabilir ki” gerçekten şaşırmıştı Hasan.
“aslında, olaya o tarafın gözüyle bakarsanız bu harekete meşru bir dayanak bulmak mümkün. Zira muhalif gazeteler çoğu zaman ölçüsüz davranıyor”
“ancak bu yine de özgür basının sansürlenmesi anlamına gelmez mi?” hasan sinirlendiğini fark etti.
“elbette. Bakın şöyle özetliyim iktidara taraf olanlar iktidarın yaptığı her şeyi sorgusuz sualsiz destekliyor. Diğer taraftakilerde aynı şekilde sorgusuz sualsiz eleştirebiliyor”
“tam bir cepheleşme durumu yani, çok tehlikeli değil mi?”
“aslında daha o safhaya gelmedik ve ben kendi adıma geleceğini de düşünmüyorum Hegel ‘in diyalektik metodundaki tez-antitez-sentez dönemindeyiz. Sadece ülke şuan ikinci aşamada. Üçüncü aşamaya geldiğimizde sağlıklı bir sosyal yapı ve siyasal hayatımız olacak gibi görünüyor”
Hasanın gözlerinden bir şeyler geçtiğini gören genç kız “özür dilerim sanırım biraz teknik açıkladım, mesleki hastalık”
“rica ederim çok iyi anladım. Hegel ‘i ve diyalektik metodu bilirim. Sadece şaşırdım. Kurduğunuz bir cümle ile ülkenin 80 yıllık geçmişini özetlediniz ve hatta gelecek 80 yılına ilişkin bir tespitte bulundunuz. Yalnızca özümsemeye çalışıyorum. Bu birikimi neye borçlusunuz merak ettim doğrusu”
Kız mahcup olmuştu ama duydukları akademik egosunu okşamıyor değildi “özür dilerim kendimi tanıtmadım adım Meltem, ODTÜ de öğretim görevlisiyim, New York şehir üniversitesinde Doktora yapıyorum ve aynı zamanda misafir öğretim görevlisi olarak çalışıyorum”
“rica ederim aslında benim hatam balıklama konuya daldım. Hasan KAYA, bu aralar serbest çalışıyorum. Ve sanırım aynı uçakta olacağız.”
Sonrasında filtre kahve makinesinden aldığı yeni demlenmiş koca birer kupa kahveyi yudumlarken havadan sudan konuştular. Hafızasını kaybetmesi sonucu unuttuğu her şeyi yeniden öğrenmeliydi, siyasetten sanata, spordan edebiyata yarım saate yakın aklına gelen tüm soruları sordu ve Meltem bir öğretmen sabrıyla Hasanın kaçırdığını düşündüğü şeyleri anlatmaya gayret etti.
Aslında Meltem’ de çok keyif almıştı bu sohbetten. Karşısındaki adam 5 yaşında çocuk gibi durmadan sorular soruyordu ama soruların cevabını bir yetişkine vermenin rahatlığı ile hareket edebiliyordu. Doğru kelimeleri seçmek için zorlanmadı. Hasan ‘ın iyi eğitim görmüş ve kendini yetiştirmiş biri olduğu belliydi. Sadece hayatının son on yılını Guatemala hapishanesinde geçirmiş bir yükümlü misali dünya da ve Türkiye de olup bitenden habersiz yaşamıştı.
Hasan, Uçağa bindiğinde 1 sınıf bölümüne geçti ve oturdu ama kendini çok yalnız hissetti. Uçak daha havalanmadan -rica minnet- kabin görevlisinden Meltem in yanında bulunan yolcu ile yerlerinin değiştirilmesini kabul ettirdi. Kendisiyle yer değiştirmeyi kabul eden adam halinden çok memnundu. Meltem hasan ‘ı görünce uzun bir yolculuk olacağa benziyor diye geçirdi aklından. Oysa bilinçaltında duyguları sevinçle birbirini kucaklamıştı.
Meltem ‘in hafif bir uykuya daldığını görünce rahatsız etmeden onun önünde bulunan dergiyi alarak karıştırmaya başladı. Pilot Türk Hava sahasından ayrıldıklarını anons ettiğinde Popüler Bilim dergisinin Haziran sayısındaki kapak konusu 10 harika uzay projesi isimli makaleyi okuyordu. Dergiyi kucağına bırakıp hafifçe gözlerini kapadı. İnsanoğlu yıllardır uzay denilen bilinmezin şifrelerini çözmek için milyarca dolar para harcadı diye geçirdi aklından. Oysa daha içinde yaşadığımız dünyanın tüm gizemlerini çözmemişken bütün enerjinin uzaya harcanması fikri hep garip gelmişti Hasan’a. Meltem uyanık olsaydı yeni bir tartışma konumuz olurdu diye gülümserken istemsizce uyku haline geçiş yaptı.
Pilotun Macaristan üzerinde olduklarını ilettiği yeni anonsu ile uyandı. Bir an nerde olduğunu anlayamayarak yerinde sıçradı. “iyi misin?” soruyu soran güzel kadını tanıyordu. “sanırım kötü bir rüya” zoraki gülümsemeye çalıştı. Birkaç saniye sonra kendine geldiğinde acıktığını hissetti.
“hostesi çağırıp yiyecek bir şeyler almayı düşünüyorum, ne dersin?”
“benim daha iyi bir fikrim var, yemekler benden ama kahveye karışmam” Meltem bacakları arasındaki sırt çantasından orta boy bir saklama kabı çıkarıp kapağını açtı.
“hazır gıdalardan nefret ederim, ama börek açmayı hala öğrenemedim” Hasan kendi esprisine gülerken Hostesi çağırmak için ikaz düğmesine bastı.
“Annem hala bir çocukmuşum gibi davranıyor, elinden gelse koca bir koli ile yollayacaktı beni Amerika’ya. Hâlbuki koli ne kadar büyük olursa olsun birkaç güne dondurulmuş gıdalara mecbur olacağım. Yani bir öğün eksik, bir öğün fazla. Ama anne yüreği işte” meltem çantasının ön gözünden çıkardığı peçeteye özenle sararak bir dilim böreği Hasan’a uzattı.
“nasıl yardımcı olabilirim” hostesin sesi son derece kibar çıkmıştı. Bir kahve ve bir çay ısmarlayarak Melteme döndü.
“Üzgünüm kahve konusunda seni yalnız bırakmak zorundayım, kafein keyfimi çözünebilir hazır kahve ile heba edemiyorum”
“ilginç” meltem sesinde soru işareti vardı “bu tür kahvelerin bir zararı olduğunu duymamıştım, aman annem de duymasın”
“aslında ben de zararlı olduklarına yönelik bir şey duymadım. Ama bir kere çekirdekten taze çekilmiş kahve tadına aşina olunca instant adı verilen bu tarz hazır kahveler pek bir yavan geliyor” Hasan kendisiyle ilgili emin olduğu tek konunun kahve konusundaki takıntısı olduğunu hatırlayınca gülümsedi.
“aradaki fark nedir, yani hazır kahveler de çekirdekten yapılmıyor mu?”
Hasan anlatacak bir şeyleri olmasından mutluluk duyarak gururla başladı söze “instant kahveler kahve çekirdeklerinin kaynatılması sonucu yüzeyde oluşan köpüklerin kurutulmasından elde ediliyormuş, muş diyorum çünkü ben de başkalarının yalancısıyım” hasan böreğinden bir lokma ısırmak üzereydi ki “köpükten mi, bu kulağa çok kötü geliyor” Hasan börekten hala bir ısırık alamamıştı. “aslında kahvenin suda erimediğini düşünürsek galiba haklısın” meltem tamamlamıştı kendi cümlesini, Hasan bir kez daha böreği ağzına götürüyordu ki Meltem yine girdi araya,
“peki, Türk Kahvesinin olayı nedir?”
“öncelikle Türk Kahvesi diye bir şey yok, bu bir pişirme yöntemi, yani kahveyi Türk usulü pişirme yöntemi diyebiliriz” meltem Hasanı konuşturuyordu ama kendisi yemekten geri durmuyordu.
“kahve çekirdeklerinin farklı kalınlıklarda çekildiğini biliyorum. Örneğin filtre kahve için orta kalınlıkla çekiliyor, espresso ve onun türevleri içinse daha ince olarak çekiliyor, Türk Kahvesi ise bundan bile daha ince çekiliyor ve iki kere kavruluyor”
“yani çifte kavrulmuş” meltem ağzı dolu bir şekilde konuşmuştu. Meltemin bu halini görünce Hasan aralarındaki samimiyetin artmış olduğunu düşünerek içten içe sevinmeye başladı. “ee böreği yemiyorsun hala, yoksa” meltem yaramaz çocuk gibi davrandığını düşünüp bir an utandı.
“fırsat verseydin yiyecektim” kahkahalarını bölen hostes olmuştu. Kahveyi ve çayı bırakarak afiyet olsun dilekleri ile ayrıldı yanlarından.

Sessizlikten istifade böreği ağzına götürdü Hasan. Ve tam o anda zihnin de yine bir anı canlandı. Elindeki böreği ve çayı Meltem’e teslim edip onun meraklı bakışları altında hızla tuvalete doğru yöneldi. 

GİRİŞ

Polisiye kurgu kısa öykü türündeki bu yazımda yer alan kişilerin ve olayların gerçek kişi ve olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. iyi okumal...